18 Ekim 2013 Cuma

Ah İskoçya! Ahh Ekose!

Bir varmış, bir yokmuş....
Evvel zaman içinde "ekose" adında bir desen ortaya çıkmış.
Yeri geldiğinde yerel bir klan giysisi, yeri geldiğinde insanı ısıtan bir battaniye, yeri geldiğindeyse sofra masalarına örtü olmuş.
Aradan yıllar geçmiş...
Ve öyle bir gün gelmiş ki herkes bu desenin önünde saygıyla şapka çıkarmış.

Ekose, aslında İskoç klanlarının kullandıkları kilt denilen giysinin deseni ve onlar sayesinde tüm dünyaya yayıldığı biliniyor.
Her ne kadar İskoçlar tarafından bulunduğu düşünülse de İngilizler ve İrlandalılar da ekose deseninin kendi tarihlerine ait olduğunu iddia etmekten geri kalmıyorlar.
Haklılıkları kanıtlansa bile, benim görüşüm de İskoçlar'dan yana.
Önce Mel Gibson, sonra Gerard Butler, sonraysa Julie Garwood. İşte İskoçyalılar'a duyduğumuz sempatinin arka planındaki isimler!

Ekose (bilhassa İskoçya) hakkında çok fazla şey yazabilir hatta tartışabilirim de ama bu post için bir hayli görsel hazırladım ve uzun bir yazıyı da araya sıkıştırmak istemiyorum.
Hele ki mevzu bahis İskoçya ve gelenekleriyse... 

Duyduk duymadık demeyin: Ekoseye dönüş var!
Tüm dünya bununla çalkalanıyor. Alışverişe çıkarsanız her yerde ekoseli etekler, gömlekler, elbiseler görmeniz muhtemeldir. Ama tabii alışverişte önemli olan her beğendiğiniz şeyi almak değil, önemli olan seçicilik.
İşte ben de sık eledim ince dokudum ve inanılmaz parçalar buldum, çok hoş görseller hazırladım.
Öyle bir gaza geldim ki, sanki yarın İskoçya'ya gidiyormuş havasındayım:)

İşte bu kışın en önemli tasarımcılarının en özel ekose modelleri,
Cover Babe gururla sunar:
Bu kış ekose gömlek şart! Çok geç olmadan bir tane edinin siz de en kısa zamanda.
Hem soğuktan koruyor hem de şifon ve oduncu modelleriyle gittiğiniz ortama uyum sağlıyor!

Ekose bir gömlek modeli midir? -Yanlış!
Ekose bu kış her türlü giyside ve aksesuara hakim olmuş durumda.
Bakınız Stella McCartney(alt orta) tartanlardan ne de güzel bir çanta tasarlamış.
Mango çiçekli ekoseli elbise(en üst orta) ise bu kış gardrobunuza girmesi gerekenlerden.
Peki ya o Dolce Gabbana eteğe(sol alt) ne demeli? Tam da annelerin 'bunu kullanma çeyizine sakla' dediği türden bir parça!
Gömlekler, elbiseler derken şallar, montlar, çantalar da ekoselendi. Hatta botlar ve topuklular da!
Franco Ferrari'nin elinden çıkan o şalı fotoğraftan alıp boynuma sarmak geldi içimden. Nasıl sıcak tutar kim bilir... Çantalar bile ekosenin önünde diz çökmüşler. Hepsi iddialı, her biri ayrı şık.
Chanel'den Givenchy'ye, Givenchy'den Celin'e... Gözlerim mekik dokuyor fotoğrafta adeta.
Bu arada Zara da ne şirin montlar yapmış öyle, tam benlik:)
Stradivarius'u çok takdir ettim böylesine kullanışlı, rahat ve de kış modasını yansıtan ayakkabılar yaptığı için.
LIMI Feu etek zaten favori parçalarımın olduğu görselde de yerini aldı. Bir de sıra dışı çanta tasarımlarıyla tanınan Olympia Le-Tan, ekoseye de el atmış. Çantayı sevsem mi sevmesem mi bilemedim. Güzel ve çirkin masalıyla bağdaştırılabilir çok uğraşılırsa:)
Ralph Lauren de bir yün ceket yapmış akıllara zarar! En son böyle bir şeyi Kate Middleton'la evlenirken Prens William'ın üzerinde görmüştüm. Bir prensin üzerinde çok cool durabilir ama peki ya unvanı olmayan bizler? Görsele ayrı bir hava kattı ama daha ötesi yok bu smokinimsi ceketin. Bir kez bakın ve unutun:)

Ve sırada çeşitli defilelerden kimisi değişik kimisi çok güzel parçaları topladım.
Birazdan göreceksiniz siz de, bu sene ekose giymeyeni dokuz köyden kovacaklar mı ne?
Pek şık pek hanım hanımcık modeller. Şapkalara zaten laf yok! Giysilerden zarafet akıyor bildiğin. Bunları giyin kuşan, brunch'a git. Maksat namın yürüsün!
Bu modeller de bir başka güzel ama ortadaki çok ayrı. Ne giydiğinden ziyade tavır bence çok önemli.
Üzerinize giydiğiniz tasarımcı elinden çıkmış olabilir ya da alelade bir mağazadan da alınmış olabilir. Ama lıyafeti taşıyabilmek size kalmış bir şey. O da ayrı bir meziyet!
Ortadaki mankenin yün montuna bayıldım. Hem çiçek desenleri hem de geleneksel ekoseyi birleştirmiş. Ortaya farklı bir model çıkmış. Dahası bu monta bakınca, bunu giyince asla üşümem gibi bir düşünce yerleşiveriyor aklınızın bir köşesine.
E haliyle gece elbiseleri de ekoseden nasibini aldı görüldüğü üzere...
İlk kare daha çok günlük bir elbise. Bence çok hoş. Ama ortadaki giysi bana sorarsanız apayrı. İşte yine aynı şeye geliyoruz dönüp dolaşıp: Tavır! Mankenin duruşuna havasına bayıldım. Etek-gömlek ise harika! Her yere WANTED diye ilan asmak geldi içimden.
Son kare ise biraz zorlama gibi olmuş. Sanki bir kumaş artmış, hadi bundan da elbise yapalım demişler. Çok hoşuma gitmedi; ama yine de tarafsızlığımı korumak açısından görseldeki yerini vermiş bulundum bir kere.

Ve işte sıra geldi benim favori ekose parçalarıma:
Vivienne Westwood'u pek sevdiğimden ekose ceketini de çok sevdim ve kesinlikle favorim.
Elbise ise Oscar de la Renta'nın ince işçiliğinin eşsiz bir ürünü. Pek nazik pek kibar. Eteğe daha doğrusu kilte gelecek olursaaak... Sevgili Limi Feu, Highland'ı ayağımıza getiriyor adeta. Dahiyane bir tasarım. Ekoseli, pileli etek bu kışın 1 numarası olmaya aday bence.
Limi Feu, cheers!
Lucy Choi'nin topukluları ise ekose tarihine adını altın harflerle yazdırmaya aday görünüyor. Kesinlikle göz alıcı ve şık!
Son favori parçam ise Chanel çanta. Önce pek beğenmediğim ama sonrasında kanımın ısındığı bu çantayı sadece ekose modasının estiği şu aylarda değil, her zaman kullanabiliriz. 
Ne diyebilirim ki, Chanel bizi hiç yanıltmıyor.

Bu postun üzerine bekle Highland ben geliyorum diyesim gelmedi mi? -Hem de nasıl!
En kısa zamanda gerçek olmasını istediğim düşlerden biri de bu.
Dilerim sizin de tüm düşleriniz gerçek olur...

Çok sevgiler,
Highland'a selam, CB
Xx!

FRIDAY!

Bugün hiç de bir cuma gününe benzemiyor.
Daha çok pazartesi edası taşıyan bir cuma. İlginç...
Neyse ki konseptlere olan düşkünlüğüm beni mikroplara karşı atağa geçirdi ve kalkıp
şöyle bir kendime geleyim dedim.

Öncelikle,

Peki neden mi?
İşte cevap: Friday, I'm in love!
Elimde böğürtlenli çay, friday postu yazıyorum.
Sweatshirt/t-shirt karışımı bluzum Forever 21'den. Cuma günlerini pek sevdiğimden görür görmez kapmıştım hemen. Ben yurt dışından aldım. Ama internet sitesinden de satış yapılıyor ve duyduğuma göre 1-2 hafta içerisinde de elinizde oluyormuş. Fiyatı 17.80$.
İncelemek isteyenler için linki;

Kalın hırkam Koton, taytım Bershka, ev botlarım ise ablamın hediyesi Accessorize'den.
Bütün gün süren boğaz ağrılı nezleyi atlatmaya çalışırken, bir yandan da ipad'imden Debbie Macomber'in Küçük Mucizeler Dükkanı'nı okuyorum. Mutlaka okuyun, tavsiye ediyorum.
Unutmadan, 

 

The Cure'dan bir de friday klasiği dinleyelim...
Müzik ve kitaplar olmasa ne yapardık bilmiyorum.
Sevgiler, CB
Xx!

Eat, Pray, Drink Sage!

Cuma günlerine bayılırım, çok severim. Haftanın bu gününde ayrı bir enerjik olurum.
Hayata pozitif bakarım. Ve daha neler neleer...

Ama bugün bunların hiçbirini hissetmiyorum. Felaket bir boğaz ağrısıyla uyandım.
Yutkunurken boğulma tehlikesi geçirdim. O denli şişmiş bademciklerim.

Kahvaltının hemen ardından, "anneee bitki çayları nerdeydi yaaa" diye sordum. Bitkisel çayları buldum, adaçayını kaptım. Bir de ya öldürsün ya da iyileştirsin mantığıyla içine bal attım 1 kaşık.
Şu an için hayattayım. Tabii her zaman için bir açık kapı bırakmak gerekir.
Madem ki hasta oldum, moralimi yüksek tutup ordan birkaç points toplarım diye düşündüm.
Yıldız kupalarımdan bir tanesinde içtim adaçayımı. Ve en sevdiğim çay kaşığım. Bu çay kaşığına karşı inanılmaz bir sempatim var, benden başka biri kullandığında bilin ki ortada çook büyük bir problem var.

Neyse bütün bu konseptin adaçayının kötü tadını kapatmasını bekledim ama tık demedi. Hala aynı çirkin tat.
Ama bir plasebo etkisi bekliyorum. Yani şu bardak altlıkları, şu kupa, en sevdiğim çay kaşığım... Hepsiyle el ele verip bir voltran oluştururuz belki.

Ye, Dua et, Sev kitabının ilk sayfalarında geçiyordu.
Kadın o kadar umutsuz ki, şu cümleleri kuruyor.
"ve içimden sadece şöyle dedim: Lütfen, lütfen, lütfen...."
Benim içimden söylediklerim biraz daha ayrıntılı tabii ama aynı acıklı ses tonu. Lütfen boğaz ağrım geçsin, lütfen bir daha adaçayı içmek zorunda kalmayayım, lütfen bu savaşta bademciklerim galip gelsin... Listenin sonu yok.

1 saat oldu adaçayı gram fayda etmedi. Halbuki 13. yy.da yazılmış olan dizelerde şöyle bir şey geçiyormuş:
"Eğer dikmişsen adaçayını bahçeye, ne gerek var ölmeye!"
Öldürmeyecek belli ki, ama iyi etki konusunda da tam bir kaplumbağa!
Eh ilaç sepetini karıştırıp bir soğuk algınlığı ilacı içmek şart oldu.

Her şeye rağmen,
Friday, I'm in love!
Sevgiler, CB
Xx

30 yaşına gelmeden...

Hani hep dergilerde görürüz ya, 30 yaşına gelmeden şunları mutlaka yapın.
Şuralara gidin, buraları görün diye... Bu listelerin birçoğu saçmalık derecesinde abartı olsa da içlerinde hoş, yapılabilir olanları da yok değil.
Bendeki ise farklı bir liste. 30 yaşınıza gelmeden bu şarkıları mutlaka dinlemeniz gerekiyor!
Bu çok uzun bir liste bana göre; ama bir yerden başlamalı insan. Bu kez 10 şarkı seçiyorum.
but... to be continued :))

Hepsini dinleyin ve ayrı ayrı çok sevin!
( Tabii hala dinlemediyseniz. Dinlediyseniz de ne mutlu)
Şimdilik iyi geceler!
Ya da belki de okuduğunuz zamana göre günaydın!
Brunch'ta olanlar olabilir, tünaydın ve benim yerime de waffle yiyin lütfen!
Çok sevgiler, CB
Xx!

17 Ekim 2013 Perşembe

Do you believe?

Herkesin bir hayat felsefesi vardır.
Bazılarımızın birden fazla. Ben de o kategoriye dahilim.
Hayat felsefelerimin arasında çok cool maddeler yer alırken, çok kinci ve fazlasıyla intikamcı, içinde çokça şiddet bulunduran felsefelerim de yok değil. Bilinçli değil, daha çok içgüdüsel bir şey bu...

Hani sana kötülük yapana sen yine iyilik yap gibisinden özlü sözler var ya... Yalan dolan.
Benim içimden gelmiyorsa bir şey, kimse bana bu konuda maval okumasın, çok ciddiyim onurunu zedelerim!


Tabii bir Godfather klasiği olan "İntikam soğuk yenen bir yemektir." sözü de hayat felsefelerim/Top 10'da ilk sıralarda. Hayat felsefelerim adı altında bir başka yazı yazabilirim ama bu yazıdaki amaç "yeni aldığım bardak altlıklarım" :)

Aiiyy pek tatlılar, pek sevilesiler, pek bi "carpe diem"ler...
Kahvemi çayımı içerken bana eşlik etmelerine de bayılıyorum.
Tabii bir de alttan alta gazlıyorlar habire, "git çayını İngiltere'de iç, yanına da kruvasan al" diye!
Çıkarıp birazcık da para verse, günüm daha çok güzelleşemez herhalde:))

Ve bugünün de kapanış cümlesi bu olmalı kesinlikle:

BELIEVE IN TODAY, YOUR LIFE IS NOW!
CB, Xx!

15 Ekim 2013 Salı

Yaşasın bayram geldi!

Küçükken bayramlar, pek güzeldi, bir başkaydı. Barış Manço'nun "bugün bayram, erken kalkın çocuklar" şarkısı var ya, tam da öyle geçerdi bayramlar.
Şimdiyse hayatımızdaki yeri "yaşasın tatil geldi" cümlesiyle eş değer oluverdi!

Tabii ben bu bayramı daha bir gelenekselleştirmenin zamanının geldiğini düşünüyorum.
1. adım: Unuttuklarınızı bu bayram hatırlayın.
2. adım: Bayram çikolatalarını afiyetle mideye indirin.
3. adım: Bayramın adeta simgesi haline gelen bir çift kırmızı pabuç edinin.


İşte Cover Babe'de geleneksel bayram:
Öncelikle unuttuklarımızı hatırlayalım.
Eğer yapabilirsek onlara posta yoluyla kart atalım. Eğer bunu yapamıyorsak, onlara mail yoluyla nostaljik kartlar yapalım. Ve unutulmadıklarını bilsinler, sevinsinler. Siz de bunu yaşamanın keyfine varın...

Geçiyoruz ikinci adıma.
Bayramdaki belki de en tatlı lüksümüz çikolata yemek.
Küçükken bizim evde bayramın gelmesi doyasıya Sürpriz çikolata yemekti. Her zaman Sürpriz çikolata alınırdı bayramlarda. Güzel günlerdi...
Şimdi ne bayramların ne de Sürpriz çikolataların adı-tadı aynı... Sürpriz çikolatanın eski tadı yok, adı ise artık Ece! Ne alakaysa anlayan beri gelsin! Allah'tan ambalajı aynı ki görünce "aa bu bizim sürpriz yaa bildiğin" diyebildik. Neyse... Bu bayram çikolatalarımız Kahve Dünyasından. Pek lezzetli, tavsiye ederim.
Nankörlük yapmak istemem ama ne bizde ne de çikolatalarda Sürpriz tadı yok artık. Ama o şanslı günlerin geri gelmesini diliyoruz içten içe...

Sıra geldi üçüncü adıma yani kırmızı pabuçlara!
Benim hiçbir zaman bayramlara özel kırmızı ayakkabım olmadı. Niyeyse artık...
Ama herkes bilir ki kırmızı rugan ayakkabılar bayram ayakkabısıdır. O yüzden de bayramınızı gelenekselleştirmenin en önemli adımlarından biri de bu: Gidin ve kendinize kırmızı bir çift ayakkabı alın.
Mesela,

bir Christan Louboutin ayakkabı, kesinlikle bayramımı ışıl ışıl bir hale getirirdi.
Hem de önü kapalı, yani ayak parmaklarınızın üşümesini engeller. Hem de 120 mm'liklerden. Yani bir 160'lık ile bayramda oradan oraya dolaşmayı aklınızdan bile geçirmeyin!
Christian Louboutin'in Fall/Winter 13 sezonundan Neofilo modelini seçtim ben bu bayram için. Hem de sadece 775 dolarcıkk:)
Artık ayakkabılarımızın kırmızı olup olmaması yeterli değil, artık ayakkabımızın tabanının kırmızı olup olmadığı önemli. Bu öyle bir kırmızı ki sanki yeni yıl gelmiş gibi bir his yaratıyor insanda.

İşte benim size önerilerim bunlar...
Herkese mutlu bayramlar!
Çok sevgiler, CB
Xx!